İçimde karalanmayı bekleyen
yazılar birikti sanki yine…
Uzun zamandır bu duygu
boşaltımını yapmadığımı fark ettim…
Hayat ne garip… o mu bizi
sürüklüyor, biz mi onu belli değil…
Durup dışarıdan bakınca görünen o
ki hayat bizi sürüklüyor… herkes birer yelkenli gibi kiminin hırsla yelkenlere
dümene asılan bir kaptanı var, kimi de benim gibi kendini rüzgara bırakmış
yorgun kırgın…
İçimde saklı kalanların
yorgunluğu, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımın yorgunluğu, hayal
kırıklıklarım, kalp kırıklıklarım, iyileşmeyen yaralarım…
Bazen diyorum ki içimden bırak
kendini rüzgara… sal kendini uçsuz bucaksız denizlere… ama bir şey oluyor
illaki bir kuş pisliyor kafama, bir dalga suratıma bir şaplak atıyor… kendini salmak,
hele rahatlamak yok diyor sana…
Her sil baştan adımda, her yeni
sayfada, istemediğim yazım yanlışları var, ama hayatın silgisi yok, karalasan
da izi kalıyor o sayfada pis çirkin…
Hayal kurmak büyük bir zenginlik…
ve buna göre ben oldukça fakirim… hayal kurma organım bozuldu, sanırım bu
hayatın akışında fazla çalışmaktan… artık çalışmıyor…
Hiç aslında karşındaki kişiyle
iletişim kurmanın sadece bir rastlantı olduğunu düşündünüz mü? Aslında asla
kimse tarafından tam olarak anlaşılamadığınızı ve kimseyi tam olarak
anlayamadığınızı… bu aralar aklımdan sıkça geçen bir şey bu… rastlantı eseri
aynı moddaysanız aynı ruh hali ve akıl açıklığındaysanız, karşınızdaki ise anlamak
istiyor ve gerçekten çabalıyorsa o zaman şanslısınız çünkü en fazla
anlaşılabileceğiniz kişi karşınızda… ben böyle biriyle ve böyle bir ortamı
yakalayamayalı oldukça zaman geçti… bazen ben anlatmadan anlaşılmayı bekledim,
bazen karşımdaki anlamak istemedi… bazen de ben anlamak dinlemek istemedim…
Bunun bir başka yönü de
önemsenmekten geçiyor… karşınızdaki ne kadar sizi önemsiyorsa, ilgileniyorsa,
sizi o kadar daha fazla anlayabiliyor, çünkü bunu gerçekten istiyor…
...
Esme deli rüzgar başım dönüyor…
sakin kal biraz yelkenleri indirelim… sakinliğin tadını çıkaralım… gece ve
yıldızlar dalgaların şırıltısı uyutsun bizi…
Sakinliği dinginliği mutluluğu
özledim, hayatın koşturmacası içinde hep sahip olunması beklenen şeylere sahip
olmaya çalışmak için koşturmak, ve bir türlü onlara ulaşamamak… yüzünüze gelen
o esintinin size ne getireceğini asla bilemiyorsunuz…
Bir gün biri hiç ummadığınız bir
şey söyleyebilir sizin hakkınızda başka birine ve siz bunu o “başka” birinden
öğrenirsiniz… işte fırtınanın başladığı nokta… artık ipin ucu kaçmıştır… çok
farazi ve silik kaldı bu niteleme farkındayım… gerek yok… bunu yaşayanlar anlayacaktır
beni…
...
Hayatı keşkelerle yaşamak en
istemediğim şeydir aslında… yaşadığım her iyi veya kötü şeyin bana bir şeyler katması
yönünden her şeyi pozitif görmeye eğilimli bir düşünce yapım olsa da, bunu
yapmak her zaman kolay olmuyor… hayatınızın büyük bir kısmını kaplayan bir öğenin
artık geride kalıp kekelerle anılması çabuk hazmedilemiyor sanırım… tanıdık bir
duygu aslında, tanıdık bir hayalkırıklığı… ilk değil, son da olmayacak belli ki…
“zaman” her şeyin ilacıdır
derler. Bence ilaç değil sadece üstünü örtüyor zaman, çekmecelerin arkalarına
saklıyor, ilk anda göremiyorsunuz ama orada hala belli zamanlarda geliyor
aklınıza orada olduğu ve sanki yeniymişcesine aklınızı kalbinizi ruhunuzu yeniden
tetikliyor…
“Keşke”ler de işte hep o çekmece
arkalarında kalanlar, minicik bir olay bile onu hatırlatacak yine canını
yakacak birgün… bu keşkeler kemiriyor ruhumu beynimi kalbimi, geriye ise ne kalıyor
benden… paramparça bir ben…
Ağlasam, haykırsam, bağırsam,
çağırsam da görünmüyorum, canımı acıtanlar, her yerimi kırık dökük edenlere…
nasıl bu görünmezliğe büründüm bilmiyorum… yolda yürürken bile sürekli bana
çarparlar her ne kadar kendimi çeksem de… cidden görünmediğim fikrindeyim…
yokum sanki.
Yokmuşum gibi…