9 Mart 2012 Cuma

neden...

neden insan verdiği değerin yarsını bile görmez karşısından, daha önce dediğim gibi bu kadar mı imkansız mutluluk. ya da belki sadece bana. en sevdiğin kişi seni herhangi biri kadar önemsiyorsa, nasıl geçer ki hayat. etrafındaki herkes hayatını onunla geçirmeni beklerken, sen sadece "biri"ysen hayatında. elinden geleni yapıp en çok onu severken, böylesine kolay kırıp döküyorken seni, bunu neden bu kadar büyüttüğünü sana soruyorsa, senin kalbini paramparça eden tavırları, onun için önemsenmeyecek şeylerse, bu hayat nasıl geçer. ne gerek var bu hayatı yaşamaya, mutsuzluk yığını olacağını bile bile. 


değer görmeyecek biri olmamak için hep değer verdim, kendimi adadım... da ne oldu, hep kaybettim, ezildim, görünmezmişim gibi, içimden geçip giden diğer herkes gibi...görünmüyorum, kendimi gösteremedim ben bu hayatta, kimse görmeden içimden geçti gitti, kalbimi ruhumu parçalarcasına, suçlu da hep ben oldum nasıl oluyorsa, hep verdim, alamadım, yine de ben suçlu oldum. becerebilsem devam etmeyeceğim bu hayatı yaşamaya, çekip gideceğim hayattan, ama onu da beceremiyorum, beceremedikçe içimde bir umut yeşeriyor, iyileşebileceğine dair kaderimin, ama değişen hiç bir şey olmuyor, ben sadece her defasında daha da parçalanıyorum. olan bu. 

hayatımda kendim kadar önemsenmeyen bir insan görmedim. arkadaşsız, akrabasız, hiç bir şeysiz. bir kedim bile yok derler ya cidden de tam da öle. ben buradayım benim de bir kalbim var, incinir, kırılır. hayatımı paylaşacak kişiyi buldum sandım, hayatım boyunca aldığım yaraları sevgisi iyi eder diye. nerden bileyim yaralarıma yara, kırıklarıma kırık ekleyeceğini, ona göre ben altta kalmazmışım, ben zaten hayatın altında kalmışım, kafamı doğrultmaya çalıştıkça herkes üstüme basıp geçti. bu kişi elimden tutar beni kaldırır derken, neden altta kalmıyorsun die benden orada o herkesin ezdiği görmediği yerde kalmamı istedi, hatta bundan yakınmam bile sorun oldu. doğru benim ne canımın acıdığını, ne kalbimin kırıldığını bile söylemeye hakkım yok. sadece insanları mutlu et, ne önemi var senin mutlu olmanın, hatta varolmanın değil mi... yok. varsan etrafını mutlu et, ya da yok ol. 

ben de insan değil miyim, herkes itip kakarken, akrabalarım itmişken, arkadaşlarım itmişken, hayatımı paylaşacağım sandığım kişinin de beni itmesi. bu çok ağır. kaldıramıyorum Allah'ım güç ver ya da al beni yanına. gücüm isteğim kalmadı bir sabah daha sebepsiz kalkmaya. nasıl insanlar seviliyor, nasıl kötülükler yapanlar seviliyor, affediliyor, bağırlara basılıyor da benim günahım ne. saatlerce ağlasam ne fayda, bir yerde tükeniyor yaşlar, ama içimden devam etmiyor muyum ağlamaya... 


insanlara cici güler yüzlü görünmeye çalışırken içim ölmüş görmüyor kimse, en yakınımdaki bile görmezden gelirken diğerleri yapmış çok mu... diğerlerine en azından bunu belli etmemeye çalıştım. oysa ona en ince ayrıntısına kadar defalarca anlatmışken kendimi, nasıl görmezden gelebiliyor. bu sevgisizlik... 


bir gün gerçekten sevilmek istiorum. sadece ben olduğum için, senin beni sevmene aşık oldum, senin bana ilgine aşık oldumları duydum hep, söylemeyenler de öle davrandı, ben sevgi dolu davranıyım her şekilde, o kadar. bana nasıl davranıldığı önemli değil, aa o kırıldı mı önemli değil geçer, o mu üzüldü, boşver yarın öbürgün dayanamaz affeder, asla kimsenin kaybetmekten korktuğu kişi olamadım, ben kimi kaybetmekten korktuysam kaybettim aksine. 

huzur, bir facebook arkadaşı yazmış, yoksa unuttum böle bir kelimenin varlığını bile, bi mutluluktur peşinde koşturduğum boşuna, uğrunda huzur nedir onu da unuttuğum. vücut sağlığı, akıl sağlığı, ruh sağlığı... her türlü sağlığımı da yitirdim. ne kadar pahalıymış mutluluk. huzur ise yanına yaklaşılmaz pahalılıkta. tadına bakmaya bile izin verilmeyen cinsten. 


gece gündüz farkı yok her yer bitmez tükenmez bir karanlık yalnızlık, içinden çıkamadığım. uyuyorum sanıyorlar, hatta fazla uyuyorum sanıyorlar, bilmiyorlar ki, uykumda bile canımı kurtarmaya çabaladığımı, uykumda bile kovalandığımı, tehdit edildiğimi, terkedildiğimi, sevilmediğimi, ağladığımı, sanki gerçek hayatta yetmiyormuş gibi kötülükler... geceleri uykumda da peşimi bırakmıyor. uyanmak cehennemde uyanmaktan farksız. sebepsiz bir gün daha yaşamak. yorgun uyanmak, kendini telefonla kandırmaya çalışmak, kendini seviliyor hissettirmek için telefonla kandırmak, sanırım lanetlenmiş biriyim ben, belki de cehennemimi burada yaşıyorum. ya da daha da beteri bekliyor beni orada, ölümden sonrasında. sevdiğim insanla yaptığım sevgi uğruna yaptığım yanlışlar beynimi tırmalarken, kendimi sevgi var aşk var nasılsa die yatıştırmalarımın ardında, sevgisizliği gördüğümde üstüme üşüşen karabasanlar... bana iki dünyada da gün yüzü olmıcak biliorum. burada da orada da ayrı ayrı cezamı çekiyor olucam demekki. bu lanetli hayatı yaşamak da bu yaşamdan kaçmak da bitirmeyecek bu "itelenmiş, parçalanmış ben"in huzur ya da mutluluktan uzak halini. insan acınmak istemez, acınacak halde olmak hoş değildir. ama ben acınmayı bile ister haldeyim, en azından görünür olurum, birileri benim için biraz üzülür, önemser.. ben var olurum. şu an yokum... yokum. sadece acı çeken bir yokluk. işte bu benim. sokakta bile beni görmeden çarpıp geçenler, cidden görmüyorsunuz di mi beni, o kadar silik biriyim.



dışarıda sevdiği yemeği, yerken bile bi yutkunan benken, her akşam acaba bugün gelir mi diye yazdıklarından ipucu çıkarmaya çalışırken, hep sadece görmek isteyen tarafın ben olduğumu bilirken, bu acıtıyor. sevildiğimi göstersin hissettirsin diye kendimi parçalıorum ki acımdan, muhtaçlığımdan, sevgiye açlığımdan, ama eziliyorum hep bu yüzden. sen sus, sıkıntılarını söyleme, yapan karşındaki olsa da, sen güzel davran, iyi davran ama sana yapılanı unut, at içine otur.


her sabah uyandığımda, gördüğüm rahatsız rüyanın rüya olduğunu anlayıp, tam sevinecekken, aslında mutlu olacak, sevinecek bir gerçeklik içinde olmadığımı hatırladığımda... artık sabahları telefonuma da bakmıyorum. neden mi... artık sadece "havadurumu" gelmiş oluyor. o da beni sevdiği için gelmiyor ya karşı taraftan. ekranda bir mesaj var yazıp açtığımda mesaj sahibinin "havadurumu" olduğunu görmek acıtıyor, kanatıyor, sabah ilk saniyemde bile. nasıl baş ağrısıyla uyanmıyım ki, telefonda bile başın ağrıyor mu lafını duymak, olmasa bile başlatma sebebi...


desem ne fayda, demişler ya sussam gönül razı değil, konuşsam ne fayda. o hesap yazıyorum işte. yazıorum da ne olacaksa. duvara, yokluğa gidecek kelimeler, hayatım gibi.


sevgi dünyayı güzelleştirirmiş. hayır katılmıyorum. sevgi dünyayı, dünyanı cehenneme de çevirebilir, karşılığını görmediğin bir sevgi barındırıyorsan kalbinde. sevgi çiçekler midir, hediyeler mi, pahalı takılar, restoranlar mı. yoksa sadece ona hayatındaki en önemli kişi olduğunu her halinle hissettirmek mi. ben cevabı biliyorum. bilmemin bi işime yaramadığı o gereksiz matematik formülleri gibi. .. çünkü hayatımdaki en önemli kişinin hayatındaki en önemli kişi değilim. hatta önemli kişilerden biri dahi değilim. doğru olsam ne fayda , haklı olsam ne fayda, bunlar beni mutlu etmez, karşımdaki bana değer vermediği noktada doğruluğumun veya haklılığımın ne değeri kalır. haklıyım, doğruyum, eziliyorum, itiliyorum, kırılıyorum, parçalanıyorum. işte benim hayatım. bir çocuğun karşılıksız sevgisi gibi sıcak bi kucaklaşma, ah küçük çocuk buna alış, yoksa benim gibi karşılıksız sevgilerinden canın çok yanar. insanı en çok çocuğu severmiş, sırf bu sebepten, bir bebeğim olsun istiyorum, ama sevdiğim insanca sevilmeden bu da mümkün olmuyor ki kısaca sonsuza dek sevilmemeye mahkumum demek bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin 2

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...