18 Mayıs 2012 Cuma

BİRİKENLER...


İçimde karalanmayı bekleyen yazılar birikti sanki yine…

Uzun zamandır bu duygu boşaltımını yapmadığımı fark ettim…



Hayat ne garip… o mu bizi sürüklüyor, biz mi onu belli değil…

Durup dışarıdan bakınca görünen o ki hayat bizi sürüklüyor… herkes birer yelkenli gibi kiminin hırsla yelkenlere dümene asılan bir kaptanı var, kimi de benim gibi kendini rüzgara bırakmış yorgun kırgın…

İçimde saklı kalanların yorgunluğu, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımın yorgunluğu, hayal kırıklıklarım, kalp kırıklıklarım, iyileşmeyen yaralarım…

Bazen diyorum ki içimden bırak kendini rüzgara… sal kendini uçsuz bucaksız denizlere… ama bir şey oluyor illaki bir kuş pisliyor kafama, bir dalga suratıma bir şaplak atıyor… kendini salmak, hele rahatlamak yok diyor sana…

Her sil baştan adımda, her yeni sayfada, istemediğim yazım yanlışları var, ama hayatın silgisi yok, karalasan da izi kalıyor o sayfada pis çirkin…

Hayal kurmak büyük bir zenginlik… ve buna göre ben oldukça fakirim… hayal kurma organım bozuldu, sanırım bu hayatın akışında fazla çalışmaktan… artık çalışmıyor…

Hiç aslında karşındaki kişiyle iletişim kurmanın sadece bir rastlantı olduğunu düşündünüz mü? Aslında asla kimse tarafından tam olarak anlaşılamadığınızı ve kimseyi tam olarak anlayamadığınızı… bu aralar aklımdan sıkça geçen bir şey bu… rastlantı eseri aynı moddaysanız aynı ruh hali ve akıl açıklığındaysanız, karşınızdaki ise anlamak istiyor ve gerçekten çabalıyorsa o zaman şanslısınız çünkü en fazla anlaşılabileceğiniz kişi karşınızda… ben böyle biriyle ve böyle bir ortamı yakalayamayalı oldukça zaman geçti… bazen ben anlatmadan anlaşılmayı bekledim, bazen karşımdaki anlamak istemedi… bazen de ben anlamak dinlemek istemedim…

Bunun bir başka yönü de önemsenmekten geçiyor… karşınızdaki ne kadar sizi önemsiyorsa, ilgileniyorsa, sizi o kadar daha fazla anlayabiliyor, çünkü bunu gerçekten istiyor…

...

Esme deli rüzgar başım dönüyor… sakin kal biraz yelkenleri indirelim… sakinliğin tadını çıkaralım… gece ve yıldızlar dalgaların şırıltısı uyutsun bizi…

Sakinliği dinginliği mutluluğu özledim, hayatın koşturmacası içinde hep sahip olunması beklenen şeylere sahip olmaya çalışmak için koşturmak, ve bir türlü onlara ulaşamamak… yüzünüze gelen o esintinin size ne getireceğini asla bilemiyorsunuz…

Bir gün biri hiç ummadığınız bir şey söyleyebilir sizin hakkınızda başka birine ve siz bunu o “başka” birinden öğrenirsiniz… işte fırtınanın başladığı nokta… artık ipin ucu kaçmıştır… çok farazi ve silik kaldı bu niteleme farkındayım… gerek yok… bunu yaşayanlar anlayacaktır beni…

...

Hayatı keşkelerle yaşamak en istemediğim şeydir aslında… yaşadığım her iyi veya kötü şeyin bana bir şeyler katması yönünden her şeyi pozitif görmeye eğilimli bir düşünce yapım olsa da, bunu yapmak her zaman kolay olmuyor… hayatınızın büyük bir kısmını kaplayan bir öğenin artık geride kalıp kekelerle anılması çabuk hazmedilemiyor sanırım… tanıdık bir duygu aslında, tanıdık bir hayalkırıklığı… ilk değil, son da olmayacak belli ki…

“zaman” her şeyin ilacıdır derler. Bence ilaç değil sadece üstünü örtüyor zaman, çekmecelerin arkalarına saklıyor, ilk anda göremiyorsunuz ama orada hala belli zamanlarda geliyor aklınıza orada olduğu ve sanki yeniymişcesine aklınızı kalbinizi ruhunuzu yeniden tetikliyor…

“Keşke”ler de işte hep o çekmece arkalarında kalanlar, minicik bir olay bile onu hatırlatacak yine canını yakacak birgün… bu keşkeler kemiriyor ruhumu beynimi kalbimi, geriye ise ne kalıyor benden… paramparça bir ben…

Ağlasam, haykırsam, bağırsam, çağırsam da görünmüyorum, canımı acıtanlar, her yerimi kırık dökük edenlere… nasıl bu görünmezliğe büründüm bilmiyorum… yolda yürürken bile sürekli bana çarparlar her ne kadar kendimi çeksem de… cidden görünmediğim fikrindeyim… yokum sanki.

Yokmuşum gibi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin 2

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...